
Ali Gençli; Eğitimci – Yazar, Sinema oyuncusu- figüran

Ali Gençli ile Aydın Büyükşehir Belediyesinin 15 / 24 Kasım 2024 tarihleri arasında düzenlediği Aydın 1.Kitap Fuarında tanıştık. 10 gün boyunca çay molalarında diğer yazar arkadaşlarla birlikte yan yana gelip sohbet ederken onu dinledim. Hani derlerya, 10 parmağında 10 marifet var diye. İşte Ali Gençli öyle biri.
Uzun yıllar Söke ve Kuşadasında yaşadığından, buralarda eğitimle ilgili dernekler kurduğundan Aydın’lıların onu tanımasını istedim ve Aydın’a İz Birakanlar Kervanına katılanlarda yazmak istedim.
“Düştüm düşlerimin peşine, düş kırıklıklarını bile bile…” diyen Ali Gençli’nin kendi kaleminden yaşam öyküsü.
1957 yılının Şubat ayında, Keşan’ın küçük bir yol üstü köyünde doğmuşum. Yol üstü derken, köyün içinden geçen asfaltın bir ucu İzmir’e, diğer ucu da Kapıkule üzerinden Almanya’ya uzanıyordu. Okul çağı gelince Keşan’a göç ettiğimizi anımsıyorum. Keşan’da başladığım ilkokul yaşantım, dördüncü sınıftan sonra Edirne’de devam etti. Bu kentte süren on bir yıllık yaşamım, sonunda bir Karadeniz köyüne öğretmen olarak atanmamla son buldu. Sinemanın o tılsımlı büyüsü ilkokula başladığım yıllarda beni içine aldı. Özellikle yazları açık hava sinemalarının tahta sandalyeleri, gazoz araları hayatımın bir tutkusu haline geldi. Daha ilkokuldayken bile okulu asıp, gündüz matinelerine kaçıp gider eve döndüğümüzde tadı damakta kalan dayaklar yerdik. Bir gün bir film galası için ilçemize gelen Ayşecik ve Ömercik okulumuzu ziyaret etmiş ve bizde umulmadık hayranlıklar bırakmıştı. Onların bu ziyareti düşler yolculuğunun da başlangıcı olmuştu. Edirne’de süren eğitimim sürecinde sinemaya olan tutkum daha bir arttı. Cumartesi günlerimizin vazgeçilmez eğlencesi sinema olmuştu.
1976 yılında yüksek öğrenim için gittiğim İstanbul’da 1980 yılına kadar yüze yakın filmde irili ufaklı rol alarak figüranlık yaptım. Bunlardan bazıları; Aslan Bacanak – Ne Umduk Ne Bulduk – Bizim Kız – Ben Bir Garip Keloğlanım – Leyla – Portakal – Güneşli Bataklık -Ana Ocağı – Nerde Beleş Oraya yerleş – Vur patlasın Çal Oynasın – Kader Bu – Cemil – Darbe (İki Arkadaş) – Bitmeyen Şarkı – Deli Gibi Sevdim – Peki Öyle Olsun – Hayata Dönüş – Kara Murat Kara Korsana Karşı – Cennetin Çocukları – Aile Şerefi, bu filmlerden bazılarıdır. Ayrıca; Efes Pilsen – Bira Bu Kapağın Altında – Asya Yağları, Dandy Çiklet ve Permatik reklamlarıyla, Ziraat Bankası’nın “Sadri’yle 1 Dakika” adlı bir dizi reklam filmlerinde rol aldım. Halen Aydın Kuşadasında yaşamımı sürdürmektedir.
Çocukluk yıllarımdan ve sanata olan ilgimden kısaca bahsedersem; Bazen birkaç arkadaş toplanır, “gelecek program ve pek yakında” levhalarının altındaki beklenen filmleri, afiş resimlerinden esinlenerek ayaküstü uydurma hikâyelerle anlatırdım. Hayal dünyam ne kadar geniş olsa da filmi izlediğimiz zaman, öykünün benim anlattıklarımın yanından bile geçmediğini gördüğümüzde, arkadaşlarım beni alaya alır, ama bir sonra afişi öykülerken yine de sessizce dinlemeyi seçerlerdi. Ortaokula geçtiğimde kentin yazlık sinemalarından birinde Teşrifatçı (yer gösterici) olarak çalışmaya başladım. Edirne Maarif Sineması, bildik tahta sandalyeli ve birkaç masası bulunan açık locadan oluşuyordu. Locadaki masaların biletlerini varsıl aileler alırlardı genellikle. Teşrifatçılara (yer göstericilere) gümüşi 25 kuruşluklardan bahşiş verirlerdi, diğer yerler için on kuruşluklar revaçtaydı. Her gece aynı filmi defalarca seyreder, adeta hareketleri ve replikleri ezberlerdim. O zamanlar, çikletlerden çıkan siyah/ beyaz artist resimlerini biriktirirdik.

Sinema kariyerimle devam edelim. Kastamonu Küre ilçesinin bir dağ köyünde, bir yıl öğretmenliğin ardından İstanbul’da yüksek öğrenim için sınavları kazanmamla birlikte, “düştüm düşlerimin peşine, düş kırıklıklarını bile bile…” Ailem beni üniversitede okuyor sanırken ben yeni serüvenlere yelken açıyordum, hem de dümeni olmayan bir yelkenliyle. Öğretmen okulu son sınıftayken ‘Hey’ dergisinin “Yalçın Gülhan”la boğazda yaptığımız yat gezisi ve bu gezinin dergide haberlenmesi cesaretimi arttırmıştı. O dönemdeki yoğun siyasal olaylar yüzünden okul işgal altındaydı ve derslere girmek mümkün değildi. Bu benim işimi daha da kolaylaştırıyordu. Bir gün yaşamımın en ilginç rastlantısı, bize sağladığı beslenme ve barınma karşılığında, yatılı öğrencilere akşam saatlerinde “etüt ağabeyliği” yaparken, Haydarpaşa Lisesi’nde benim sınıfımda aşırı öz güvenli, hiperaktif, orta ikinci sınıfa devam eden Karadenizli bir çocukla karşılaşmak oldu. Sınıfın düzenini sağlarken beni yoran, bu çiçeği burnunda delikanlıyla yaşanan sıkı bir atışmanın sonucunda, aramızda umulmadık bir kardeşlik doğmuştu. Bu çocuk, o dönemde çekilen “Köprü” filmindeki çocuk oyuncu Levent İnanır’dı…. Bu arkadaşımla hep sinema üstüne, hayaller üstüne ve dayısı Kadir İnanır hakkında söyleşileri koyulaştırdık. Benim sinema tutkum onun da ilgisini çekmişti. Bir hafta sonu dönüşü bana getirdiği bir telefon “Yeşilçam”daki yolun başlangıcı oldu.
“Düştüm düşlerimin peşine, düş kırıklarının beni beklediğini bile bile…” “Büyük Parmakkapı Caddesi, numara üç…” diyor telefondaki ses ve sürdürüyor; “Taksim’den İstiklal‘e girişte, soldan ilk sokak, karşına okul çıkacak, ilk ara sokak…” Belleğimden geçen bu sözler ayaklarımı yönlendiriyor. Az önce indiğim Kabataş vapurundan çıkıp çiseleyen karla birlikte Gümüşsuyu’ndan Taksim’e geldim. Karşımda demir kapılı okul, ilk ara sokağa saptım. Kar çiseliyor, hava soğuk ama üşümüyorum. Beynimde sıcacık düşler… Biliyorum tılsımlı bir dünya beni bekliyor… “Burası mı?” diyorum, bodrum merdivenlerinden inen garson kılıklı adama. “İlk kez geliyorsan, yukarıya kayıt olacaksın.” diyor. Kim bilir kaçıncı kez yineliyor bu sözleri, her gün… Eski yapının daracık merdivenlerinden üst kata çıkıyorum. Bir üst kata çıkan merdivenler ve yandaki kapı karşılıyor beni. Kapı kapalı, az önce buradan çıkan, mini etekli bir kız merdivenlerden süzülüyor üst kata. İsteksizce izliyor gözlerim. Kapıyı öğrencilikten kalma bir alışkanlıkla vurup, giriyorum içeriye. Biri sakallı, iki kişi var içeride. Duvarlarda eski film afişleri, ‘Keşanlı Ali Destanı’na gözüm ilişiyor. Engin Cezzar’ınki… İçime bir ılıklık yayılıyor. Eh ne de olmasa ben de Keşanlıyım, hem de Ali!… “Keşanlı Ali abilerin komşusuyum…” desem mi acaba? Bir yararı olur mu diye geçiriyorum usumdan. Oysa biliyorum, o bir öykü kahramanı. Böyle bir esprinin sırası değil. Vazgeçiyorum. Duvarda bir pano var. Yılmaz Güney’in, Fatma Girik’in, tanımadık birkaç fotoğrafı iğneyle tutturulmuş üzerine. Masa başında oturan, önündeki deftere bir şeyler yazıyor. Sakallının boynunda flaşlı bir fotoğraf makinesi var. İkisi de takım elbiseli, artist gibiler. “Sabahleyin telefon etmiştim.” diyorum. “Önce kayıt.” diyor, sakallı olan. Adımı, adresimi, işimi yazıyor önündeki deftere masa başındaki. Adres olarak okulumu söyleyince, “Karşıdan gelmek zor olmayacak mı?” diye soruyor, belki etkili olur diye, “Üç aydır boykottayız…” diyorum. “O zaman sorun yok…” diyor. “Şimdi fotoğraf…” diye ekliyor ardından. Sakallının gösterdiği iskemleye ilişiyorum. Yan oturtuyor, başımı çeviriyor, “Kıpırdama!” diye uyardıktan sonra basıyor deklanşör’e, flaş patlıyor. Panoyu gösterip. “Resmini buraya asacağız, uygun rol için buradan seçileceksin.” diyor. “Borcun on iki buçuk lira.” diye ekliyor. Parayı verirken, kayıt eden kişi “Alt kata çayevine inip, bizden haber bekleyeceksin, her an bir iş çıkabilir.” diyor. Bodruma, çay evine iniyorum.

Aradan geçen zaman bizi hafta sonuna getirdi. Bir kaç gün işsiz güçsüz, heyecanla bekledik. Acaba sakallarımda mı bir uğursuzluk var deyip altı aylık sakallarımı, Cumartesi günü bir güzel kestirdim. Kendimi zor tanımıştım, tıraş sonrasında. Bu hafta böyle geçer diye düşünürken, yeni imajla bir fotoğraf daha çekilmem gerektiği söylendi. Umut dünyası işte, bir flaş daha patlattılar yüzüme. Haydi, bir on iki buçuk daha. Kapıdan çıkıp aşağıya inerken kelli felli birisiyle karşılaştık. Sonradan bu beyefendinin “figürasyon”un sahibi Semih Bey olduğunu öğrendim. Aşağıda çayevi kapısında dört kişiyi ardına almış tanıdık olmayan birisini sıyırıp geçerken elini göğsüme bastırıp; “Dur bakalım, bu tarafa.” deyince anladım ki bizim sakallar işi bozuyormuş. Diğer ayrılanlarla birlikte, set görevlisi olduğunu öğrendiğimiz, orta yaşlı adam bizi üç katlı bir eski yapıya götürdü. Sonradan, bazı filmlerde ufak tefek rollerde gördüğümüz Niyazi Er‘in kostüm deposuna geldiğimizi ve buraya gelecek günlerde daha çok geleceğimizi, bir süre sonra anlayabilmiştim. Beş kişi üzerimize uyan klasik polis elbiselerini seçtik. Eskimişlik, toz, kir ve rutubet kokan bu yerden ayrıldığımızda saat ona geliyordu. Ve her geçen dakika benim heyecanım artıyordu.


Diğerlerinin davranışlarından deneyimli oldukları belliydi. Elbiselerimiz, aldığımız kostümlerin yerinde kalmıştı. Yine aynı görevli bizi peşi sıra, İstiklal Caddesinden, Taksim’e doğru götürdü. Mahşer-i kalabalığın arasından geçerek Sıraselviler caddesine geldik. Kalabalığın nedeni Bülent Ecevit‘in o gün yapılacak olan, günlerdir, sür manşet haberlere taşınmış ünlü ‘Taksim Mitingi’ydi… Burada, yer altına inen bir gece kulübünde bir süre bekletildik. Orada da ekibin diğer üyeleri beklemekteydi. Kameraman, setçiler filan. Bir süre sonra Cüneyt Arkın ve sonradan filmin yapımcısının da olduğunu öğrendiğim rejisör Melih Gülgen geldi. Yanlarında o günlerde daha yeni yeni tanınmakta olan Deniz Erkanat ta vardı. O günkü sahne birkaç kamerayla çekilmişti. Cadde üstündeki binanın üzerinden kuş bakışı, ayrıca, bir de yerden kamerayla yapılmıştı. Biz kalabalığın için uzun bir yürüyüşle geçen Komiser Cemil‘in çevresinde polisler olarak dağınık bir şekilde, onu kalabalıktan koruyarak ve kollayarak yürümüştük. Tam üç kez yinelenen sahne Cüneyt Arkın hayranları tarafından sabote edilmişti. Bir ay geçmeden film vizyona girdi, ama kalabalığın içinde kendimi görmekte çok zorlandım. Böylece ilk kez kamera karşısına Cüneyt Arkın’ın bir filmiyle geçme mutluluğunu yakalamıştım. Miting olaysız bitmiş, “Ecevit’e Suikast Yapacaklar” haberi asparagas çıkmıştı. Dönüşte yaşadığımız serüven ise çok ilginçti. Setten beş polisi kostümleri değiştirmek üzere gönderdiler. Çekimler fazla sürmemişti. İstiklal Caddesi‘nden yürürken arkadaşların birisinin önerisiyle Bekâr Sokak tarafına yönelip, Yeşilçam çorbacısından birer tas çorba içtik. Polis giysileri ve belimizde tahta tabancalarla gerçek polisler gibiydik. Çorbacıya hesap ödemeye kalktığımızda “Polislerden para almıyoruz abiler!” sözleri beni çok şaşırtmıştı. Yeşilçam Piyasasını tamamen öğrendiğimde bunun, çorbacının arkadaşı olan, diğer polislerden Cesur Barut‘un bize bir oyunu olduğunu öğrendik. Bizi kandıran olayı kurgularken, çorbaların parasını o ödemişti. İlk set günümü böyle yaşamıştım… Ve de tabii ki, akşamüstü dağıtılan yevmiyelerden payıma düşen altmış liranın da, sinemadan kazandığım ilk para olduğunu da anımsıyorum. Yine sonradan öğrendiğime göre asıl yevmiyeler, kadın oyuncular için yüz yirmi beş lira, erkek oyuncular için yüz lira iken, bizim kırk liralarımız, kadınların da yirmi beş liraları Patron Semih Bey’in kasasına gidiyormuş.
Bacanak filminin benim için önemi çok büyüktür. Adını anımsamadığım, Zeki-Metin ikilisinin bir başka filmi için Eminönü Haliç Sebze Hali’nde hamalları oynayacaktık. Fakat sabah erkenden sette yerimizi aldıktan sonra, her şeyin hazır olmasına karşın, kesintide olan elektriklerin geç saatlere kadar gelmemesi yüzünden çekimler ertelenmişti. Sonradan çekilen bu sahnelerde bulunma fırsatı bulamamıştım. Sonra bir gün bizi Çamlıca’da, eski evlerden oluşmuş bir mahalleye getirdiler. Cevat Kurtuluş, Sami Hazinses, Perran Kutman, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Gülgen Bengü, İhsan Yüce ve geniş bir ekip kadrosuyla çalışmalara başladık. O günü oldukça güzel fotoğraflayarak bugünlere taşıdığımı düşünüyorum. Bir evin penceresini boyarken, Zeki Alasya’yı kovalayan mahallelilerden birisi (Hüseyin Kutman) üzerinde bulunduğum merdivene çarpıp, başına geçen boya kovasıyla başka bir renge giriyordu. Bense pencerenin parmaklıklarında asılı kalıyordum.

Beyoğlu’nda yaşam sürüp giderken, ikinci bir figüran bürosu keşfediyorum. Semih Bey’in bürosundan ayrılıp, Niyazi Vanlı‘nın yerinde işe başlıyoruz birkaç arkadaşla. İşte o günlerde günlüğüme aşağıdaki notları düşmüşüm… O gün de benim için önemli bir gündü… Çünkü Sadri Alışık, bizim çocukluğumuzun hayranlığını bugünlere taşıyanların başında geliyordu… Dün. Önceki gün. Daha önceki gün gibi, bu gün de erkenden geldim. Hava sisli pusluydu, güneş iyice ısıtana kadar. İstanbul’un havası böyle. Gün güne, saat saate uymuyor. Eski bir sinemadan bozma bu yapının, arka sokağa bakan geniş odasının duvarları film afişleriyle doldurulmuş. Figüranların bekleştiği bu yere, figürasyon bürosu diyorlar. Bu sokak, sinemacılar sokağı, film şirketleri, artistler kahvesi, organizatör büroları hep burada. İkinci, üçüncü bir de bizim gibi sonuncu sınıf figüranları bu sokakta görmek mümkün. Ünlü olmak hayaliyle memleketinden kalkıp gelenler, her gün değişen yüzler hep bu sokakta. Büroda bekleşenlerin çoğunluğu yeniler. Ortamı öğrenenler, acemilik dönemini atlatanlar şirketlerle direkt ilişki kurduklarından buraya gelmiyorlar. Çünkü kazanılan paranın yarıya yakın bir bölümü bu büronun sahibi tarafından kesiliyor. Geri kalan bölüm figürana ödeniyor. Ben de altmış lira kazanmanın mutluluğuyla, bekâr evimize döndüm. Yarın yeni bir iş umuduyla.

Bu figüranlık ve sinema işleri yıllarca böyle devam etti. Şimdi yeni hayallerim, yeni projelerim var. Aydın’da, birlikte çalıştığımız Harun Kızılarslan ile bu konuda güzel bir proje hazırlamış durumdayız ama mali anlamda sıkıntıyı aşamadığımız için, bu proje şimdilik askıdadır. Birde Ege Bölgesi’nde çekilen filmler için yeni yüzleri Ege-Cast ajansın çatısı altında toplarken, kendi projelerimizi de oluşturuyoruz. Öyküsü senaryolaştırma aşamasında olan “Balıkçı” adlı bir projemizi, yakın bir tarihte gerçekleştireceğimizi ümit ediyorum.
Elbette bu büyülü dünyaya girerken, iyi bir karakter oyuncusu olmak hayalimdi. Tiyatrodan sinemaya geçmiş ustalar gibi nitelikli filmlerde başarıyı yakalamayı çok isterdim. Ancak sinemanın yoğun bakımda olduğu dönemde, Yeşilçam serüvenimin başlaması ve kısa bir dönem de olsa yılda bir – iki film çekilen günlere geldiğimizde ayrılmak zorunda kaldığım bu sektöre dönüşüm uzun yıllar aldı… 1980’den 2006 yılına kadar eğitimcilik görevimi yaptım. 2006 yılında bir belgeselde aldığım rolden sonra aralıklarla kamera karşısına geçiyorum. Ama yine de istediğim yerde değilim. Bunda İstanbul’dan uzak olmamın etkisi de var elbette. Bu mesleği yapmak isteyenlerin önce bilgi ve donanımlarını geliştirmelerini, kamera önü oyunculuğu için gerekli eğitimi almalarını ve iş prensiplerini geliştirmelerini öneririm. Bir de iş disiplininin her meslekte olduğu gibi bu meslekte de başarı için önemli olduğunu ifade etmek isterim.
Gelelim Didim, Kuşadası ve Söke’deki Günlerime;
Didim'e geldiğim 2004 yılından itibaren Didim'in sosyal kültürel etkinliklerinde önemli katkılarda bulundum, Bir Eğitimci olarak Rehabilitasyon Merkezi kurucu Müdürlüğü yaptım 90 engelli çocuğumuzun eğitim alması için katkıda bulundum. Ayrıca Didim Belediyesinde gönüllü kültür danışmanı olarak Didim kültür servisinin kurulmasına Ön ayak oldum. Zabıta müdürlüğü tarafından yapılan kültür etkinliklerinin kültür servisi tarafından düzenlenerek ve uygulanarak hayata geçirilmesini sağladım. Barış şenlikleri edebiyat kültür etkinliklerinde aktif rol aldım. Didim Kent Meclisi sekreteryasını yürüterek birçok etkinlikte aktif rol aldım. Balık çiftliklerine karşı yapılan eylemlerde destekler ve planlamalar, Kent konseyinin kuruluşunda Kent Meclisi'nin Kent konseyine dönüşünde önemli rol aldım. o arada belediye aylık dergisinin çıkarılması için editörlüğünü, aynı zamanda engelliler çocuklar ve yaşlılar için çeşitli projelere imza attım. Kültür sanat etkinlikleri açısından Dindar şiir atölyesini kurdum. Emekli insanlardan oluşan kadınlı erkekli 30 kişiyle didim şiir atölyesi olarak çeşitli anma programları ve şiir etkinlikleri düzenledim. Bu arada yerel gazetelerde köşe yazıları yayınlanırken gazetecilik alanında duvar Geçen hafta dedim ve bunun gibi çeşitli köşeler hazırlayarak bir ilk leri gerçekleştirdim. Yine mavice ve yeni didim haklı gazetelerin kuruculuğunda yer aldım. Editörlüğünü Yazı İşleri Müdürlüğü üstlendim, Didim ve yöresi Engelliler Derneği kültür ve proje Arge sorumlusu olarak birçok etkinliğe imzamı attım. Oyuncak silahını getir Öykü kitabını götür engelsiz kentler düşünüyorum, kompozisyon yarışması gibi çalışmalarda öncülük ettim. Didim Belediyesi Kültür servisi içerisinde Didim çocuk kulübünü Didim Belediyesi çocuk kulübünü, o kulübünün içerisinden Didim Kent karıncaları oluşumu gerçekleşti. Atatürk'e Yazalım mektup yazalım düşlediğim Didim gibi kompozisyon yarışmaları ile çocukları aktivite ettim. Atatürk'e mektup kompozisyonlarından oluşan bir kitapçık hazırladım, dimder didim kent Tiyatrosu kuruluşuna öncülük ettim, olumlu terzi adlı oyunda Galileo Galilei galilei'yi temsil ettim. Didim şiir evini kurarak çocuklarla masal atölyeleri ve şiir atölyelerini gerçekleştirdim, kehanetler Ülkesi Didim'e adlı belgesel filmin çekiminde rol aldım ve filme katkılarda bulundum. Kent Konseyi kurulduğunda Kent konseyinin genel sekreterliğine getirildim. Belediyede kültür sanat ve sosyal işler danışmanlığı ile birlikte Kent konseyinde de birçok etkinliğe proje ile katkıda bulundum.

Kent karıncaları ile şoför amca gürültü yapma gereksiz yere korna çalma gürültü yapma şoför amca gereksiz yere korna çalma gürültü kirliliği yapma etkinliği, Didim'de ağaçlar da var etkinliği yaparak esnafların dükkânları önünde ağaçlara bakma duyarlılığını yaratmak için Onlara ağaçları seviyorsunuz diye Teşekkür plaketleri dağıttım. Didim Kent belleğine ve medyasında önemli haberlerle Kent belleği dağarcığına katkıda bulundum yine Didim'de Didim sanat platformunu kurarak Didim Sanat Sokağı açılışı için öncülük yaptım ve didim sanat Platformu olarak birçok imza günleri ve etkinliklere öncülük ettim. 2009 yerel seçimlerinde meclis üyesi aday adaylığından adaylığa yükseldi ve yedek meclis üyesi olarak mazbatamı aldım. 2011 yılında geldiği Söke'de imza günleri gazete sergileri duvar şiirleri sergileri gerçekleştirdim yine Didim'de 3 kez geçmişin özdeşimi İzdüşümü nostaljik gazeteler sergisi açtım. Gazetelerle ilgili TRT 2'de haber yayınlandı Söke'de meandros Casting ajansını kurarak oyuncuları kayıt altına aldım ve yerel de çekilecek film ve reklam filmlerine dizi filmlerine oyuncu örgütünü kurdum 2012 yılında Dondurmam Gaymak filminin yönetmeni, Entel Köy Efe Köye Karşı filminin altyapısını oyuncu ve yan oyuncuların katılımını sağladım. Milas Pınarcık Söke doğanbey'de çekilen sahnelerde altyapıyı ve Oyuncu yan oyuncu gereksinimini karşıladım. Yine Dedemin İnsanları filminin bazı bölümlerindeki gruplara oyuncu katkısı sunarak, Nika isyanları adlı estory Channel'da çekilen belgeselde Millet de justinyenin generallerinden birini oynadım. Söke doğanbey'de çekilen bir yalnızlığın anatomisi adlı belgeselde oynadım, Keloğlan bicirik antik kentlerde adlı reklam filminde, Doğanbey'de Alman Kanal 1 için çekilen Pinokyo filminde büyükbaba rolünü oynadım. Söke'de Kent belleğine Kültür Sanat anlamında katkılarda bulundum.
Söke şehir evinin kurulmasını, Söke şiir evi ile birlikte gençler şiir grubuyla çeşitli etkinlikler anmalar yaptırdım. Mevlana adlı bir oyunu sahneye koyarak seyircisiyle buluşturdum. Söke Belediyesi tiyatrosunda sahneye konulan Adalet Ağaoğlu'nun evlilik adlı oyununda 4 rol birden aldım ve beş kalaya katıldım. Burada duvar şehirleri ve gazete sergileri açtım, 2000’de meclis üyesi aday adayı oldum. Söke’de de gazetelere de köşe yazıları yazdım. bu arada şiir kitapları yayınlandı, Aşkın obsesif hali ve yine 50 yıllık gazete yazılarından oluşturduğum, basında bir ömür adlı kitabımı yayınladım. 2013 yılında Antalya'da çekilen Çine köftesi hamburgere karşı reklam filminde önemli bir rol aldım. 2023 yılında Kuşadası'na yerleştim ve burada da birçok sosyal kültürel etkinliklerde kent dağarcığına katkıda bulundum. Burada da Kuşadası homeros şiir kulübünü kurdum, kulüp üyeleri ile bir araya gelerek çeşitli etkinlikler gerçekleştirdim.


Kuşadası'nda önemli bir sanat yeri olan mavi insan Mustafa Veli'yi anma günü düzenledim. kuşadası'nın Yeşilçam öyküsünü anlatan bir program yaptım, yine Özdemir asaf'ı ve Cahit ırgat'ı anma günleri ile sanat ve kültüre destek oldum. Burada da figüran adlı kitabım yayınladı. Yine mübadil derneğine üye olarak buradaki etkinliklere katıldım. Buna da bir göçmen olarak aile hayatını ve geçmişten günümüze fotoğraflarla bir sunum gerçekleştirdim. Figüran kitabının tanıtımı ile beraber Yeşilçam günlerini anlattım. Mübadil derneğinde kurduğum tiyatroda mübadil benim evim senin evin adlı Evrim tanışın yazdığı oyunu sahneye koydum. iki grup halinde gerçekleştirdim. Ayrıca basında bir ömür kitabıyla kuarkmer kültür Derneği'nde bir sunum gerçekleştirdim. Eko dost gönüllüsü çevre gönüllüsü olarak Eko dost Derneği etkinlikleri içerisinde bir film bir yönetmen bir ülke kapsamı içinde bir Afganistan filmi usema usamayı izleyicilere sundum. Filmle ilgili bilgiler verdim, yine basında bir ömürle Yeşilçam anılarımı Eko dost üyelerine de sundum. çeşitli etkinliklere katıldığı imza günlerine edebiyat ve kitap fuarlarına Kuşadası'nda ve Aydın'da katıldım. Halen Kuşadası'nda yaşamını sürdürmekteyim. Projelerimi gerçekleştirmek üzere Çalışmalara devam etmekteyim. Ali gençli olarak 15 kitabım vardır. Bunlardan sonuncusu Atatürk adlı bir kitapla çocuklara Atatürk' ün dünden yarına Atatürk'ü anlatan ve Atatürk'le ilgili bilgileri kapsayan kitabı özgün kitapçılarda yerini aldı. Kuşadası'nda birçok etkinliği sokak hayvanları yararına düzenleyerek sokak hayvanları içinde çalışmalarda bulundum.
Yaptığı güzel işlerle Aydın’a İz Birakanlar Kervanına katılan ve Hani derler ya, 10 parmağında 10 marifet diye. İşte Ali Gençli öyle bir şahıs, Uzun yıllar Didim, Söke ve Kuşadasında yaşadığından, buralarda eğitimle ilgili dernekler kurduğundan Eline Yüreğine sağlık Ali Gençli der, sayğılarımı sunarım.
Haftaya Başka bir Aydın’a İz Bırakan şahsın yaşam öyküsünde buluşmak üzere hoşçakalın. Abdulkadir Turhan